Friday, December 31, 2010

Tangled (2010)


Tangled (2010)

Canınız sıkılıyorsa, çocuk olmak size zor gelmiyorsa kesinlikle kaçırmamanız gerekn bir animasyon.

Zamanınızı boşa harcamayacaksınız. Zekice espiriler ve gerçek hikayeyi biliyorsanız, güzel bir şekilde gerçek hikaye ile dalga da geçiyor.

Hikayede kuleden kızın ayrılmasında kızların doğasını daha iyi anladım. Evet, yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Bu döngüyü sadece kendileri durdurabilirler. Kendi istediklerinden yeterince emin olana veya yeterince üzüldüklerine inana kadar bu devam edecek.

Sonunda; bedel ödemeden mutlu olamazsınız mı demek bu?

Sanırım öyle.





Thursday, December 30, 2010

One Week (2008)

One Week (2008)

bu filmin ilk sahnesi, o an hayatımın durduğu ve kendi hayatımla ilgili düşündüğüm andı.
filmle ilgisi olan tek şey, filmdeki adama
4 seviye kanser oldugu ve çok kısa ömrünün söylendiği andı. ve adam düşünüyordu.

ben de.

yarın ölecek olsam, yarına ertelediklerim ne olacak?
ertelediğim mutluluklar, üzüntüler, hep yapacağım günlük spor :)

ve bu düşüncelerden kurtulmak için filmi izlemeye devam ettim. biliyorum ki, o benim için değişik bir şey yapacaktır.
bakalım hangisini ben de yaparım veya kesinlikle yapmam derim.

"bir sigorta uzmanına göre motorsiklet kullanmak aptallığın son noktasını temsil ediyordu."
ve samantha motorsiklet almasına karşıydı.

motorsiklet mi, samantha mı? motorsiklet tabi ki.

Evet, ben de o eski kafalardanım. Eski fotoğraf makinelerinin çıkardığı sesi seviyorum. sadece onu duymak için yüzlerce resim çekebilirim.

"- Gerçek Aşık olduğunu nasıl anlarsın?
- Bunu soruyorsan eğer gerçek aşık değilsindir."

Ayrılıkta zor olan, ayrılsanız da, üzüldüğünüz için aklınıza sarılıp ağlayacak tek bir kişi geliyordur. O da zaten yanınızda değildir.

Filmi birçok kişi aşırı sıkıcı bulacaktır. Aksiyon yok. Dramatize edilecek sahneler yok.
Bir kitap okumak gibi.
sakin bir günde, sıcak bir kahve eşliğinde izlenecek bir film.
Ben, yanımdakilerin konuşmasını, kalkıp yeniden geri gelmelerini istemezdim.
Filmdeki iç hesaplaşmasını yaparken size de birşeyler bulaştırmıyorsa,
ya hayatınız yolunda ya da neler oluyor farkında değilisiniz.

Tavsiye: Kızlar, bu film erkek arkadaşla izlenecek bir film değil. Hele de nişanlıysanız.


One Week, directed by Michael McGowan, Mongrel Media, 94 minutes, release date March 2009





Filmden bazı resimler:

Filmdeki kitapçı:



  • "An Awful Lot of Sunshine"
    Performed by Hugh and Rosie
    Courtesy of Noodily Wow Records

  • "Imaginary Bars"
    Written by Tony Dekker (as T. Dekker) / Great Lake Swimmers
    Published by Harbour Songs / (weewerk)
    Courtesy Great Lake Swimmers / (weewerk)
    Performed by Tony Dekker (as T. Dekker) / Great Lake Swimmers

  • "Hard Road"
    Written and Performed by Sam Roberts
    Courtesy of Universal Music Publishing Group Canada

  • "20 Miles"
    Performed by Selina Martin
    Lyrics and music by Selina Martin

  • "Calendar Girl"
    Performed by Stars
    Courtesy of Arts & Crafts International
    Written by Amy Millan, Chris Seligman, Torquil Campbell, Patrick McGee,
    Evan Cranley
    Published by Arts & Crafts Music

  • "Don't Bother (Demo)"
    Written by Bryan Lee O'Malley
    Published by Bryan Lee O'Malley
    Performed by Kupek

  • "Oh Canada"
    Performed by Hugh Oliver
    Courtesy Indie Joe Records
    Written by Jody Colero, Tim Tickner, Michael McGowan and Marco DiFelice

  • "Reborn"
    Written by Ged Flood (Ged Flood / PRS)
    Published by The dBc (Creative Elevation Music / SESAC)
    Courtesy of Personiphonic Records
    Performed by Ged Flood

  • "Nice Day"
    Written by Scott L.D. Walker
    Published by Scott L.D. Walker
    Courtesy of Endearing Records
    Performed by The Salteens

  • "A Million Dollars"
    Performed by Joel Plaskett
    Courtesy of Songs for the Gang

  • "Skyway Bridge"
    Written by Melissa McClelland
    Published by Starcana Songs (SOCAN)
    Courtesy of Orange Record Label
    Performed by Melissa McClelland

  • "DOING OK"
    Music and Lyrics by Andrew Heintzman
    Performed by Fried Up Fred and Co.
    Used with permission.

  • "Ricky Come Home"
    Music and Lyrics by Andrew Heintzman
    Performed by Fried Up Fred and Co.
    Used with permission.

  • "Weighty Ghost"
    Written by Paul Murphy, Loel Campbell, Tim D'Eon, Jud Haynes
    Courtesy of Labworks/EMI
    Performed by Wintersleep

  • "The Great Escape"
    Written by Patrick Watson
    Published by Intrigue Music LLC
    Courtesy of Secret City Records
    Performed by Patrick Watson

  • "Pacifist's Anthem"
    Written by Andrew Penner
    Courtesy of The Baudelaire Label and
    Carat Music Brokering
    Performed by Sunparlour Players

  • "Blackwinged Bird"
    Written by Emm Gryner
    Published by Emm Gryner Songs
    Courtesy of Dead Daisy Records and Carat Music Brokering
    Performed by Emm Gryner

  • "Un Canadien Errant"
    Performed by Melissa McClelland and Luke Doucet
    Published by Einstein Bros Music, Deloris Music, Ellchris Music, Melissa McClelland
    Melissa McClelland appears courtesy of Nettwerk Management
    Luke Doucet appears courtesy of Six Shooter Records
    Arranged by Andrew Lockington
    Produced by Andrew Lockington and Jody Colero
    Recorded by Alex Bonenfant at the Orange Lounge

Çakal (2010)


Çakal (2010) 17 Aralık 2010

Çok karanlık ve ağır tempolu sahnelerle başlangıç yapıyor film. O esnada filme tutunmakta zorluk yaşadım. nedense olayların gelişimi konusunda bugun sabırsızım.

Söylemeden yapamayacağım. Filmin bir sahnesinde bir cadde. Biz böyle bir ülkede mi yaşıyoruz.
Çanak antenler ne kadar iğrenç duruyolar.
Bunlara acil çözüm lazım. Başka bir ülkede geziyor olsam, bu görüntü için ne yazardım.
Hayatımda gördüğüm en ilkel şehir sokaklarında gezdim. Şehircilikten çok uzaklar. Kişilerin kendi göz zevkleri bile yok. Toplum bilincinden uzak oldukları için nasıl bir ortamda yaşadıklarının farkında değiller. Bu karmaşa ancak bireysel zihniyetteki çelişkinin ifadesi olabilir. (derdim herhalde)

İlk 20 dakika sonunda film festivalleri için yapılmış film özelikleri taşıdığını düşünmeye başladım. sahnelerin düzenlemeleri, Danimarka, Almanya yapımı filmleri andırıyor. duygusallık veya baş kaldırı yoğun olsa Fransız da diyeceğim ama.

Martılardan bana ne! Martı izlemek istesem martı filmine giderdim.





(yorum bitmedi son hali değil :P )



Wednesday, December 29, 2010

Antropoloji.Net - Tepeköy'de Panagia Yortusu - Fotograf Gösterisi

Antropoloji.Net - Tepeköy'de Panagia Yortusu - Fotograf Gösterisi

Tepeköy'de Panagia Yortusu - Fotograf Gösterisi


Yazar Editör - Antropoloji.Net

Thursday, 30 December 2010

Sosyal Antropolog ve Fotograf Eğitmeni Mehtap Canver ERCAN ve Enver ERCAN tarafından 2006-2008 yılları arasında Gökçeada'da gerçekleştirilen çalışma sonucunda hazırlanan fotograf gösterisini paylaşımınıza sunuyor.

The Girl With The Dragon Tattoo (2009)

The Girl With The Dragon Tattoo (2009)

Çok bahsedildiği için çok iyi birşeyle karşılaşacağım ön yargısıyla izlemeye başlamamalıydım. herşey gözüme batıyor. konunun yeni olan bir yeri yok. kızın yeni olan bir aykırılığı yok.

üstte çekimleri iyi yapılmış basit bir dedektiflik hikayesi var. Altta ise bu dedektiflik hiakayesine izinsiz tanık olan ama kendisinin de sistemle sorunu olan başka bir hikaye var. Sisteme kızarken, kızın diğer bilgisayarı izlemesi normal gözüküyor. ama ya izlene bilgisayar sizinki olsa ve uzaktan kamerasınında açıldığını bilseniz bu kadar rahat olabilir misiniz?

Filmleri izlerken hoşumuza giden tarafın yaptıklarını kabulleniyoruz. sanırım hayatta da bu şekilde yürüyor. bazıları birileri tarafınan tutuluyor. onların olayları sizin yaşadığınızla aynı olmasına rağmen size yardım eden kimse olmuyor. filmdeki kız gibi sizin bedel ödeyerek çözüm üretmeniz gerekiyor.

filmin sonuna doğru düğümler çözülmeye başlıyor ve sabırla beklediğimiz sonuçları almaya başlıyoruz.
son 30-40 dakika gerçekten iyi.
kızın annesiyle konuşması şartmıydı, tartışılır.

Sabırlı davranın, izlemedim dememeniz gereken bir film.
Holywood vari süslemeler olmadan, konunun ön planda olduğu, roman tadında bir film.
Bir ara kitap gibi bırakıp sonra mı devam etsem diyorsunuz. merak sizi bırakmıyor.






Black Swan (2010)

Black Swan (2010)

Klasik müzikten ve baleden hoşlanmıyorsanız uzak durun. tamam o kadar fazla bale sahnesi olmayabilir. ama yapılan işin ne kadar ciddiye alındığını görmek bu işe ilgisi olmayanlara garip gelebilir.

Çalışırsan başarırsına, bir de, yeterince çalıştın ama olayları akışına bırakmasını da bilmelisin, ekleniyor.

Dans içinde dans edenin kendisini bulmasıyla, hayattaki değişimi birlikte hareket ediyor.

kadınlar için çok bildik bir konu olan iş-çekişmesi konusunu alttan alta(!) izliyorsunuz. Ne kadar acımıasız olabileceklerini görmek bir kadın için şaşırtıcı olmasa gerek. fiziksel güzelliğinde ön planda olduğu bir performansta rakibe yapılabilecekleri dışarıdan izlemek bir çok erkek için kadın dünyasına kısa bir gezinti olacak. belki de neden böyle davranıyor durup duruken dediğimiz bazı hareketleri, ses tonunu daha iyi anlayabileceğiz.
Burada dikkat çekilebilecek noktalardan birisi film başaından sonuna kadar olan baş karakterin annesiyle dialogları ve zaman içinde kendinde olan değişmelerle dialoglardaki farklılaşma.

unutmadan (-13) diyeyim mi?
bu kısmı siz bilirsiniz.

beyaz kuğu, siyahkuğuya dönüşürken

Sonu sizi şaşırtır mı?

ve değişimin sonuçlarından memnun kalır mıyız?











Balcicek ilter:

Saturday, December 25, 2010

The Other Guys (2010)


The Other Guys (2010)


Hızlı başlayan bir film. ilk 5 dakika da film sizin ilginizi çekerse (aslında 1 dakikadır) film geri kalanını o ilgiyle izleriniz.

Çift katlıya yandan girmiş bir araba yeterince ilgi çekici mi? bir de o çift katlının bir jeepi kovaladıgını hayal edin.

toyota hybrid filmin başrol oyuncularından biriydi. arabanın bu kadar reklamı yapılabilirdi.

Ortasına doğru çok sıkıldım. espiriler USA deki dizilere göndermelerle doluydu. bilmiyorsanız çok sıkıcı olabilir. Bunlar dışında film vasattan ileri gitmez.
Son kısmı araba takip sahneleriyle renklendirmeye çalışmışlar ama yine de filmin geneli vasatı geçmiyor.

filmde birçok ünlü oyuncu var.

iyi seyirler











The Chronicles of Narnia: The Voyage of the Dawn Treader (2010)



The Chronicles of Narnia: The Voyage of the Dawn Treader (2010)

Bu tip filmlerin çocuklar için olduğunu kabul ederek izlemek gerekiyor. Ne bekleyeceğini bilmeden izlemek filmler için anlamsız yorumları birlikte getiriyor.

Film öncelikle (fazlaca yazıyorum) - 18 için
izleyen büyükler animasyonları veya diğer Walt Disney filmlerini izledikleri gibi eğlenmek için gidiyorlar.

bu şekilde düşünüldüğünde film fazlasıyla görevini yerine getiriyor.

filmde göreceğiniz mızıkçı ev sahibi olan "velet" karaktere uzun bir süre sinir olacaksınız. kendini onunla özdeşleştiren olursa acil yardım alsın.

çocuklar ve çocuk gözüyle izleyenler eğleneceksiniz.

kendi karanlığınızla hesaplaşır mısınız bilemem; filmin size öğüdü bu. hesaplaşıp yenmenizi bekliyor.

bizimki kadar yoğun dizi izlenen bir ülkede bu tip devam filmleri dizi gibi algılanıyor. peşi sıra gelmeyince ilk filmler unutulduğu için yenisine gidenler yeni bir film izliyor modunda oluyorlar.
tabi kitaplarının hiç merak edilmediğini de biliyoruz. (bu film de ben de merak etmedim)









main page:

The Chronicles of Narnia: The Lion, the Witch and the Wardrobe (2005)



The Chronicles of Narnia: Prince Caspian (2008)



The Chronicles of Narnia: The Voyage of the Dawn Treader(2010)


kitaplar:


Tuesday, December 21, 2010

Tron: Legacy (2010)


Tron: Legacy (2010)

ilk filmi bir çoğunuz TV'de izlemiş olabilirsiniz. Birkaç kez ben raslamıştım.
Filmi hatırlamanızı sağlayacak sahneler geniş tekerlekli motor sahneleri olacaktır.
Filmin en belirgin hatırlatıcısı bu motorlar, yeni filmde de kullanılmış. Fazla uzun sürmeyen bu sahne zevkli bir kaç dakika yaşamanızı sağlayacak.
Köklü bir iç anlatıma sahip film, teknolojik yaşama dair ağır eleştiriler barındırıyor.

Bu tarz filmelri sevmeyenler için korkunç bir film. Kesinlikle sevebilirim, bu ilk izlediğim olsun gibi yaklaşmayın.
Denenecek tarzda filmler degiller.

Bu tarzı sevenler zaten ilk filmden sonrasını bekleyenler ve unutmayanlardır.
Kötü bir yorum da yazsam onlar yine de izleyecekler.

ilk filme bir çok hatırlatma var. Yapısal olarak ilk filmin üzerine kurulmuş. Yeni izleyicileri zorlayacak bir nokta bu. yapımcılar pek ilk filmle ilgili açıklama koyma gereğide hissetmemişler.
ama çocuğun odasındaki film afişi belki dikkatinizden kaçmaz.






Tron (1982)


Tron: Legacy (2010)




Sunday, December 19, 2010

Türkiye’ de Elektrikli Araba Kullanmak İçin Gerekli Şartlar

New York'ta Beş Minare (2010)


New York'ta Beş Minare (2010)

Cok hızlı aksiyon ve gondermelerlebaşlıyor film. Çatışma sahnesinde alışık olmadığımız bir sizden bir bizden durumu mevcut.

Baska türlü düşünenler çıkabilir ama Mustafa Sandal ın konuşması slogan ağılıklıydı. Reklam spotları gibi bir konusma. :(

Ayrım yapmaya gerek yok. Birçok vizyondaki Amerikan ve Avrupa yapımı filmden daha iyi.
inanmayanlar diğer yorumları okusun.

Film sonunda beklemediğim bir yere bağlandı. Beni şaşırtmayı başardı.
Zaman zaman sloganlardan yoruldum.
sıkıldım.
Genelinde iyi olma seviyesini korudu.
Sona doğru köyle ilgili seçilen sahnelerde de yoruldum. Her yönden ses ve görüntü taaruzu altında kalınıyor.
Bilerek yapıldıysa neyi amaçlayarak yapıldığını bilmek isterdim.
Hiç hareketli olmayan köye giriş bu tarz oyunlarla hareketlendirilmeye çalışılmış
Hacının eşinde zaman zaman yapmacıklık fazlaydı.
Yine de iyi filmdi.

Filmleri eleştirenler türk yapımı filmelri gereğinden fazla eleştiriyorlar. Çuvaldız olayını abartıyorlar.
Zaman eleştirileri yapanları haksız çıkarıyor. İzleyiciler de tarafsız gözle filmleri değerlendirmeli.
Eleştirenlerde filmlerin yapısal değerleriyle uğraşmalılar.














Saturday, December 18, 2010

20 Obsolete English Words that Should Make a Comeback

20 Obsolete English Words that Should Make a Comeback

"...


"1. Jargogle

Verb trans. – “To confuse, jumble” – First of all this word is just fun to say in its various forms. John Locke used the word in a 1692 publication, writing “I fear, that the jumbling of those good and plausible Words in your Head..might a little jargogle your Thoughts…” I’m planning to use it next time my husband attempts to explain complicated Physics concepts to me for fun: “Seriously, I don’t need you to further jargogle my brain.”

2. Deliciate

Verb intr. – “To take one’s pleasure, enjoy oneself, revel, luxuriate” – Often I feel the word “enjoy” just isn’t enough to describe an experience, and “revel” tends to conjure up images of people dancing and spinning around in circles – at least in my head. “Deliciate” would be a welcome addition to the modern English vocabulary, as in “After dinner, we deliciated in chocolate cream pie.”

3. Corrade

Verb trans. – “To scrape together; to gather together from various sources” – I’m sure this wasn’t the original meaning of the word, but when I read the definition I immediately thought of copy-pasting. Any English teacher can picture what a corraded assignment looks like.

4. Kench

Verb intr. – “To laugh loudly” – This Middle English word sounds like it would do well in describing one of those times when you inadvertently laugh out loud while reading a text message in class and manage to thoroughly embarrass yourself.


Photo: Liz West

5. Ludibrious

Adj. – “Apt to be a subject of jest or mockery” – This word describes a person, thing or situation that is likely to be the butt of jokes. Use it when you want to sound justified in poking fun at someone. “How could I resist? He’s just so ludibrious.”

6. Sanguinolency

Noun – “Addiction to bloodshed” – Could be a useful word for history majors and gamers, as in “Genghis Khan was quite the sanguinolent fellow” or “Do you think spending six hours a day playing Postal 2 actually fosters sanguinolency?”
7. Jollux

Noun - Slang phrase used in the late 18th century to describe a “fat person” – Although I’m not sure whether this word was used crudely or in more of a lighthearted manner, to me it sounds like a nicer way to refer to someone who is overweight. “Fat” has such a negative connotation in English, but if you say “He’s a bit of a jollux” it doesn’t sound so bad!

8. Malagrugrous

Adj. – “Dismal” – This adjective is from Scots and may be derived from an old Irish word that refers to the wrinkling of one’s brow. An 1826 example of its use is “He looketh malagrugorous and world-wearied.” I’m tempted to also make the word into a noun: “Stop being such a malagrug!”

9. Brabble

Verb – “To quarrel about trifles; esp. to quarrel noisily, brawl, squabble” – Brabble basically means to argue loudly about something that doesn’t really matter, as in “Why are we still brabbling about who left the dirty spoon on the kitchen table?” You can also use it as a noun: “Stop that ridiculous brabble and do something useful!”

10. Freck

Verb intr. – “To move swiftly or nimbly” – I can think of a lot of ways to use this one, like “I hate it when I’m frecking through the airport and other people are going so slow.”
Read more at http://matadornetwork.com/abroad/20-obsolete-english-words-that-should-make-a-comeback/#15emi4qez6DEQP6m.99"

Designzzz




"Most of the designers these days learn designing by reading online tutorials. We all read tutorials and press F1 quite often, but sometimes when we don’t know the terminology, we have a very hard time understanding even the very simple matters.`
So here in this article, you’ll find the basic terminology used in Graphic Designing and the essential prerequisite knowledge which is common in almost all of the famous designing applications and platforms.
This sharing is related to the graphic designing, desktop publishing and a few bits are related with the printing process as well. They could become quite handy once you get familiar with all of them
We’ll keep it as squeezed as it is humanly possible, so you might not find all the details; but no necessary parts should be missing. This post is not meant to provide technical details, rather a subjective approach towards the terminology.
If you are a seasoned designer, you may feel that some particular definitions are not the same as in the books, and that is exactly what we want, just to define the use of the term, not the technical background..."

Thursday, December 16, 2010

Mademoiselle Chambon (2009)


Mademoiselle Chambon (2009)

Sıradan, her gün yolda gorebileceğimiz insanların aşk hikayesi.
Sakin bir film.
Yer yer güzel keman eşliğinde geçen sahneler.

iki insanın yakınlaşmasını izlemek her zaman ilginç, bu sadelikte anlatımı ise az raslanır bir durum.

yakınlaşan insanlar önünde duran bir değeri. ask her şeye rağmen mi?
sanmıyorum. film de hosunuza giden duygusallık ve birbirini tamamlamada ya siz evdeki olsaydınız (erkek veya kadın fark eder mi evde olan için)

film sanki ne olursanız olun mutlaka bu şekilde sınanacaksınız diyor içten içe?
her ilişki böyle bir sınav geçirir.
ne kadarı başarılı olur?

komikliği olmayan, başarılı bir romantizm.

Sandrine Kiberlain'in pencereden giden arabaya gitme dercesine bakışı ama telefonu açıp kal diyemeyişi.

hemen ardına
Vincent Lindon un karısıyla bebek için alış verişe cıkması.

gözleri takip edin duyguları göreceksiniz.

Über Ajans

Wednesday, December 15, 2010

PHD Comics: Grad student etiquette

80'lerde Çocuk Olmak

80'lerde Çocuk Olmak


80 kuşağının artık bir de başucu kitabı var - www.istanbulguncel.com - İstanbul Haber


80 kuşağının artık bir de başucu kitabı var


14 Aralık 2010 Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan "80’lerde Çocuk Olmak" kitabı, büyük ilgi görmeye devam ediyor.


80'lerde Çocuk Olmak

"Kollektif
Kadir Aydemir
YİTİK ÜLKE YAYINLARI

Bu sadece bir kitap mı? Hayır! Bu kitap, canlı bir şey! Yaşayan tarihin ta kendisi! Dikkatle, özenle okuyun...

80’lerde Çocuk Olmak, hem bir kitap ismi, hem de bir kuşağın en büyük özlemlerini, yaşanmışlıklarını içinde barındıran yolculuğun özel ve güzel adı. Bu kitapta bir araya gelmiş 90 kadar yazar var. 1980’lerde çocuktu onlar... Hepsi aynı kuşaktan… Sayfalarda gizlenen anılarda herkes kendinden bir şeyler buluyor. Fazıl Say’dan Gürgen Öz’e, Eylül Duru’dan Bülent Çolak’a, Onur Behramoğlu’ndan Erdem Aksakal’a, Göksel Bekmezci’den Ahmet Büke’ye, Barış Müstecaplıoğlu’ndan Yiğit Değer Bengi’ye dek, adları buraya sığmayacak onlarca yazar ve sanatçı bu kitap için çocukluklarını, anılarını, aşklarını, oynadıkları oyunları, 1980 darbesinin kendilerinde ve ailelerinde bıraktıkları kara tortuyu, yüzlerce ayrıntıyı bazen bir çocuk, bazen bir yetişkin gözüyle kaleme aldı. Yaklaşık üç yıllık bir çalışma sonucu doğan 80’lerde Çocuk Olmak kitabı, her kuşağın el kitabı olacak nitelikte. Dönemin pembe dizileri, ünlü oyuncuları, en çok izlenen çizgi filmleri, mahalle abileri, sokak kavgaları ve oynanan unutulmaz oyunlar, atari salonları, fırlamalıklar ve ergenliğe geçiş hikâyeleri, birbirimizle konuşurmuş gibi doğal bir şekilde anlatılıyor. Evet, bizler büyüyoruz ama çocukluğumuz ve yaşanmışlıklar orada öylece duruyor. Yolculuğumuza siz de katılın...

Kitabımızı 80’lerin aydın insanlarına, halk kahramanlarına, üniversite gençliğine ve 80’lerde doğup kaybettiğimiz tüm çocuklara ithaf ediyoruz.

Kadir Aydemir’in yayına hazırladığı bu kitap ayrıca anlamlı bir doğum günü hediyesi. 80’ler çocuklarının hiç yaşlanmadığının, hep çocuk kalacağımızın bir ispatı... Bu yıl, Türkiye sanal âleminin en eski ve köklü şiir-edebiyat sitelerinden Yitik Ülke’nin 10. yaşını kutlarken, bu kitapla, anılarına sahip çıkan herkesin de doğum gününü kutluyoruz.

Bu toplum belleksiz değil! Bizler de unutmadık ve yazdık!

Yaşasın 80’lerde çocuk olmak!

“80’lerde Çocuk Olmak” kitabında yazılarıyla, anı ve anlatılarıyla yer alan 80’lerin çocukları:

Yeşim Ağaoğlu, Onur Akbudak, Alper Akdeniz, Erdem Aksakal, Neyran Savaşman Akyıldız, Çiğdem Aldatmaz, Figen Alkaç, Sema Aslan, Hürcan Âşık, Mustafa Atapay, Kadir Aydemir, Eda Aytekin, Nil Esra Başaran, Ezgi Başkır, Suat Başkır, Barış Behramoğlu, Onur Behramoğlu, Göksel Bekmezci, Sinem Bengi, Yiğit Değer Bengi, Ersan Bengisu, Hasip Bingöl, Ahmet Büke, Elmira Cancan, Gökçenur Ç., Şebnem Çağlayan, Tunca Çaylant, KaderÇekerek, Serdar Çekinmez, Murad Çobanoğlu, Bülent Çolak, Elçin Demiröz, Özge Ç. Denizci, Ömer Faruk Dizdar, Eylül Duru, Galip Dursun, Sine Ergün, Azim Raşit Ersoy, Elif Savaş Felsen, İdil Giray, Pınar Gözpınar, Nilay Sağ Gülalp, Eda Günay, Koray Günyaşar, Yasemin Gürkan, Sanem Güven, Nefin Huvaj, Aydın İleri, Necla İret, Deniz Yalım Kadıoğlu, Gülay Kalkan, Bekir Arslan Kopuz, Ulaş Kurugüllü, Ahmet Küçükkayalı, Ece Erdoğuş Levi, Barış Müstecaplıoğlu, Engin Neşeli, Pınar Nurhan, Pelin Onay, Esra Ovalı, Yaprak Öz, Gürgen Öz, Şahin Özbay, Özlem Özyurt, Hatice Topal Özçoban, Nilüfer Özgeren, Sedef Özkan, Erol Özyiğit, Murat Prosciler, Tomris Sakman, Fazıl Say, Hakan Sim, Güray Süngü, Melih Süsleyen, Müjgan Şahinoğlu, Melike Aslı Şahinsoy, Ümit Şener, Seda Tansuker, Filiz Tanya, Erkut Tokman, Alper Turgut, Murat Türkücüoğlu, Serkan Türk, Papyon Tayfun Türkkan, Ferhat Uludere, Gül Yaşartürk, Özlem Yıldız, Hande Yöremen, Zeynep Zişan ve Güncem Topçu."




24 Kasım 2010 Çarşamba, 16:30:00
"Sanatçılar Fazıl Say, Gürgen Öz ve Barış Müstecaplıoğlu’nun da aralarında bulunduğu 90 yazarın, 1980’li yıllara ait anı-öyküleri, '80’lerde Çocuk Olmak' adlı kitapta biraraya getirildi. Kitapta, teknolojinin hızla geliştiği ve iletişim olanaklarının dünyayı küresel bir köy haline getirdiği 2000’li yılların bol imkanlar dünyasında yetişkin olan, ancak tek kanallı Türkiye’nin kısıtlı imkanlarında yaşadıkları küçük keyifleri ve samimi insan ilişkilerini özleyen 80’lerin çocukları'nın, o dönemi yaşayan okurların kolayca empati yapabilecekleri 'Voltran! Voltran!Voltran!', 'Şeker Kız Candy', 'Kremalı Bisküvi', 'Siyah Önlük2, 'Heidi... Hey gidi Hey...', 'Şirinler: Hala Uslu Çocuklarız...', 'Kokulu Silgim, Gazoz Kapakları ve Diğerleri...', 'Kenan Evren, Özal ve Marlboro Zamanı' gibi çok çeşitli öyküleri yer alıyor.
Kitabın yazarlarından Kader Çekerek, bir internet sitesinde açtığı blog sayfasında 70’li ve 80’li yıllara ait yazılar yazmaya başladığını, daha sonra burada paylaşım yapan insanların sayısının artmaya başladığını belirterek, böyle bir kitap projesiyle kendilerine gelen Kadir Aydemir’in önerisine, "Neden olmasın?" diyerek projeye başladıklarını dile getirdi.
'UZAK DURUN, DÜŞÜNMEYİN, KONUŞMAYIN'
Çekerek, 80’li yıllarda Türkiye’de yaşanan kırılmanın o dönemin çocuklarının hayatında da ciddi izler bıraktığını vurgulayarak, "Mesela biz hep, 'Uzak durun, düşünmeyin, konuşmayın' sözleriyle büyüdük. O kadar ciddi bir travma yaşadık ki toplum olarak, sosyal anlamda zaten çok derin bir uçurum açıldı 80’lerin öncesi ve sonrası arasında" dedi.
1980’li yıllarda yoklukların olduğu bir ülkeden serbest piyasa ekonomisine geçildiğini, yasak olan ithal ürünlerin ve dövizin serbestçe gelmeye başladığı bir ülke haline gelindiğini, yıllarca para biriktirilip alınan bir arabanın 20 yıl kullanıldığı dönemden, kredi kartlarıyla her ürünün borçlanarak alındığı bir döneme geçildiğini anlatan Çekerek, "Bunu bir gelişme olarak söylemiyorum, ama hakikaten iki farklı ülkeye dönüştük bir anda. Bütün manevi değerlerini, siyasi görüşlerini geride bırakıp tamamen paraya odaklanan bir sistem oturtuldu. 'Benim memurum işini bilir' ideolojisiyle gelen çok farklı bir toplum yapısı çıktı ortaya" diye konuştu.
'HANGİ ÇİKOLATAYI YESEM, O UCUZ GOFRETİN TADINI UNUTAMIYORUM'
Çekerek, yaşanan tüm bu keskin değişimlerin etkisi nedeniyle 80’li yıllara özlem geliştiğini belirterek, sözlerine şöyle devam etti:
"Değişen yaşam düzeni nedeniyle çok fazla değerin kaybedildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla 80’li yıllara tutunma çabası da o değerlerin farkında olan son kuşak olmamızdan. Onun için o kaybedilen değerlere duyulan özlem de 1980’li yılları dönüp dönüp yad etme şekline geliyor. Komşuda yenebilen yemekler, komşuların çocuklara sahip çıkması, teklifsiz ilişkiler... Mesela teklifsiz çat kapı insanlar gelirdi. O insanlar geliyorlar diye ev sahipleri sinir olmazdı, sevinirdi. Ve o insanların önüne bir paket pötibör bisküvi koymak bir ikramdı, ama şimdi en yakın arkadaşın bile gelirken 'Müsait misin?' diye sorma ihtiyacını hissediyor. O naifliği kaybettik herhalde biraz da onun özlemiyle 80’lere tutunmaya çabalıyoruz.
O zamanlar annemin işten gelirken getirdiği bir tane uyduruk gofret o kadar keyif verici ve lezzetli bir şeydi ki ama şimdi binlerce seçenek arasında ben oğlumu mutlu edemiyorum. Hangi çikolatayı yesem, yağı ve belki de kakaosu son derece kötü o ucuz gofretin tadını bulamıyorum."
'HEPİMİZ KARDEŞİZ'
Kitabın yazarlarından Sanem Güven de 80’li yıllara duyulan özlemin nedenine ilişkin, "O dönem tüketimin çok sınırlı olduğu, lüks kavramının hiç yaygın olmadığı, zenginle fakir arasında bir uçurumun olmadığı, insanların çok samimi, yakın ilişkiler kurduğu kocaman bir mahalle ortamında yaşanıyormuş gibi yaşadığı bir dönemdi" dedi.
Zaman geçtikçe o dönemin idealist anne-babalarının 'daha güzel bir dünya özlemiyle büyüttüğü' çocuklarının tamamen farklı bir noktaya gidildiğine tanık olduğunu anlatan Güven, "Bu süreci çocuk gözüyle yaşadık. Dolayısıyla o kırılma noktasının öncesi ve sonrasına tanık olmuş olmak, o süreci yaşamış olmak bizim kuşağımızı farklı bir paylaşım noktasında birleştirdi. O yüzden bu süreci yaşamış olanlar hem geçmişin yaşam tarzını özümsemiş hem de bu değerlere rağmen daha farklı bir yolda yürümeye başlamış insanlar olarak, 'hepimiz kardeşiz' gibi olduk. Bu çalışma da bir kitap kardeşliği gibi oldu" diye konuştu.
'ŞİMDİ BİNLERCE İLETİŞİM ARACI VAR, AMA YALNIZIZ'
O yıllara tanık olmamış insanların bile 80’lerin nostaljisini paylaştığını belirten Güven, bunun dönemin samimiyetinden kaynaklandığını belirterek, şöyle devam etti:
"Esas olan paylaşımdı. Ne kadar çok şeye sahip olursak olalım, onu başka insanlarla paylaşacak durumda değilsek, sahip olduklarımız da bir süre sonra önemini kaybediyor. Mesela Küçük Ev’i izlerdik, ertesi gün onunla ilgili arkadaşlarımızla sohbet ederdik, keyif alırdık. Aynı televizyon dizilerini izlerdik, elektrikler kesildiğinde hepimizin evinde kesilirdi, herkes sonra ailesiyle sohbet etmeye başlardı. İnsanlar birbiriyle hakikaten konuşurdu. Şimdi konuşmak için binlerce iletişim aracı var, ama aslında konuşamıyoruz, yalnızız. Herkes başka bir şeyden bahsediyor. Neredeyse bütün bu imkanlar arasında inanılmaz bir imkansızlık içindeyiz. Özlediğimiz şey bence biraz bu paylaşım.
Ortak hedefler ve paylaşım. Şimdi onu kaybettiğimiz düşünüyorum."
'O YILLARI DAHA FARKLI ÖZLÜYORUZ'
O günlerden özlediği şeylerin pazar sabahları ailece oturulan kahvaltılar, TV’de pazar sinemasının hep birlikte izlenmesi, sobanın üzerinde kestane közlemek olduğunu dile getiren Güven, "Herkes çocukluğunu özler, ama biz 80’lerin çocukları, sadece bazı şeyleri yitirmiş olduğumuzun farkında olduğumuz için o yılları daha farklı özlüyoruz" diye konuştu.
"Kitabımızı, 80’lerin tüm çocuklarına ithaf ediyoruz" cümlesiyle başlayan, Kadir Aydemir’in yayına hazırladığı '80’lerde Çocuk Olmak' kitabı, Yitik Ülke Yayınları'ndan piyasaya çıktı."

Tuesday, December 14, 2010

True Legend (2010)


True Legend (2010)


Yönetmen: Woo-ping Yuen

açıkça üstteki linkten anlaşılacağı gibi yönetmeni yüzünden bu filmi izledim.

linkteki su yazıyı bulun anlayacaksınız:

Selected filmography as action choreographer/fight advisor

biliyorum benim kadar tembelsiniz bu konuda,


daha fazlası linkte mevcut. tembellik etmeyin.


film başladığı anda mısırlarınıza veya çikolatalara gömülüp nasılsa daha başlamadı diye kaçıracaklarınız,
ülkenin kısa tarihi ve tarihin değişim anları.
bir örnek vereyim. dikkatinizden kaçmasın,
ok atılıyor, daha yere düşmeden yeni birlikler ejderhaya silahlarla ateş ediyor. ejderha ölüyor.
bu basit sadece 3-4 saniyelik bir görüntü ama devrin kapanışını, inanışların değişimini, modern olanın ülkenin nelerini yok ettiğine bir gönderme.
uzak doğu da ejderhanın neleri simgeledğinden bahsetmeyeceğim.
filmlerden tarihi takip edenlere,
en bildik olanı hatırlatayım. "son samuray" http://www.imdb.com/title/tt0325710/


film mi?
hiç tavsiye etmiyorum.
çok sıkıldım.
nerelerde hatalar oldugunu soylemek bile yersiz.

- 18 yaş izleyebilir.








Friday, December 10, 2010

13 (2010)

13 (2010)

filmi izleyip izlememek konusunda kararsız kaldım. sonra çocuk filmlerinden veya devam filmlerinden izlemek istemediğime karar verdim.
Şansımı denedim.

mektupta:
500$ otel için. New York a ulaştığında telefonu aç. kendi cep telefonunu at. bu taşıyabileceğin tek telefon. biz sana telefon aracılığıyla gerekli açıklamaları vereceğiz.

ilk 15 dakika mektup sahnesine kadar bir bekleyişle geçti.
Bu arada US de bir ev almak 18 yıl mı sürer!
Giriş, gelişme ve sonuç şeklinde bir ilerleme olacak.
ve giriş çok yavaş.

ilerleyen zamanda da bir hareketlenme olmadı.
Rus ruletini bu kadar allayıp pullamak.
bizimkiler bu şekilde bir film yapsa, sanırım kimse izlemezdi. köşe yazarları da baya dalga geçerdi.
sanırım film çekimleri de 1 hafta da biterdi.

sonunda kazanan, başkalarının hırsı yüzünden kaybetti.










Merak edenlere: