Sunday, October 25, 2015

#eskiyadunyayahukumdarolmaz #kadin - Kadın ve 'Eşkiya Dünyaya Hükümdar olmaz'

Kadın ve 'Eşkiya Dünyaya Hükümdar olmaz'


"Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz"daki kadınlar gerçekten çok iyi örnekler. Özellikle Oktay Kaynarca'nın (Hızır Çakırbeyli) eşi ve sevgilisi. Eşi (Meryem Çakırbeyli) zaman içinde evde bir statü edinmiş. Eş statüsünden sıyrılmış. Evin annesi, kaynanasının ağır davranması gereken gelini olmuş. Oktay kaynarcanın adamları ve onların eşleri, ki özellikle eşler devreye girince tamamen yüksek bir noktada statü edinmiş. Oktay kaynarca da bunu  benimsemiş gözükmüş. Ama bir noktada mimar kızla tanışınca, eşinin ilk hali olan gençlik aşkı gibi bir aşk bulmuş. Mimar sevgilinin (Nazlı Öztürk) kapı açıldığında boynuna sarılması, kucağına atlaması eşinin yapamayacağı, statüsüne yakışmayacak davranışlar. Hatta Hızır Çakırbeyli'nin bile tenkit edeceği, alışmadığı davranışlar.
Demek oluyor ki, kadının kendisine çizdiği statü davranışlar, kadının eş rolünü çalıyorlar. Bu da onları eksik hale getiriyor.
Erkek içinse, kadın evde, evlenmeden önce olduğu gibi, evin temizliğini yapan, düzenini sağlayan, giysileri yıkayan, yemek yapan "annesi statüsüne" giriyor. Bu da erkeğin cinsel yaşantını da kendi eliyle bitiriyor. Ne kadar kendisi istese de bu statüde biriyle yakınlaşamıyor. Anne modeli, diğer ahlaki zırhlarla kadının cinsel kimliğini kaplıyor.
Bunu daha da kötü hale getiren erkeğin annesi (Hayriye Çakırbeyli) veya kadının annesi oluyor. Erkeğin annesi erkeğe evde biraz daha disiplinli ol, dediği zaman, erkek çocuklardan önce eşine soğuk davranıyor.
Kadının annesinin seni saysınlar cümlesi de, direk olarak erkeğe, eşine soğuk davranmasıyla sonuçlanıyor.
Bu nokta da belki iyi niyetle bile söylenmiş sözler eşlerin arasını açıyor.
Anne statüsü kadına zamanla eşini kaybettiriyor. (Hızır'ın eşine No-Frost benzetmesi)
Bu da teyze kızının (Hızır Çakırbeyli'nin kuzeni Hatice
Pasted from <https://tr.wikipedia.org/wiki/E%C5%9Fk%C4%B1ya_D%C3%BCnyaya_H%C3%BCk%C3%BCmdar_Olmaz_(dizi)> ) mimar kıza (Nazlı'ya) söylediği söze geliyor. "Teyze oğlumun (Hızır'ın) başında bağırıp çağıran bir tane kadın var zaten. (İkincisine ihtiyacı yok.) Akıllı ol. Akıllı. Meryem bitti bitiyor. Eğer sen bir tatsızlık çıkarmazsan.  Hızır'ın dönüp dolaşıp geleceği yer burası. Evleneceği kadında sen olursun. (Eğer susarsan birinci kadının yerini alırsın.) (7. bölüm, bölüm bitimine 14 dakika kala)"
İşte bu her şeyi açıklayan cümle oluyor.
 Erkek küçüklükten evleninceye kadar onu tek azarlayan, üstündeki tek güç sahibi kadından evlenerek kaçtığı gibi, eşinden de başka bir kadınla birlikte olarak kaçıyor.
Olay erkek için öyle bir noktaya geliyor ki, sevgilisiyle evlenmek istiyor. Hatta nerdeyse ilk evliliğinde nasıl annesi davrandıysa, karısının da öyle davranması gerekiyor.
Nasıl mı? Evde çocuklarla kalacak. Annesi gibi başka erkeğe bakmayacak. Erkek de arasıra eve uğrayıp çocukları görecek. Evde ona yapılan özel yemeği yiyecek. Ve karısının (mimar Nazlı) yanına dönecek.
Kadın için anne statüsü hayat boyu beklediği bir statü. Doğduğu andan itibaren evde olmak istediği yer. Anne tatile gitse veya hastalansa, ilk söylediği veya düşündüğü "şimdi evin annesi ben oldum." evin annesi olmak, yemek yapmak, temizlik yapmak değil. Saygın bir statü. Bu statünün işçiliği yemek yapmak, çocuk bakmak, temizlik yapmak.

Bu bir toplumsal dayatma. Burada dengeyi kuramayan, toplumsal dayatmalardan kurtulamayan çiftlerin kaygısı ortaya çıkıyor.

Dizideki kadınları değerlendiren Anibal GÜLEROĞLU'nun yazısı;
"DENİZ ÇAKIR İLE KADININ YERİSilahların ve entrikaların dünyasına yönelik dizilerde, her geçen gün daha çok yer edinmeye başladı kadınlar. En az erkekler kadar acımasız olduklarını, rakiplerini alt etmek için planlar geliştirdiklerini bolca seyreder olduk. Kimine hiç yakışmıyor, çok yapmacık duruyor böyle sert tavırlar. Ama bazılarına da cuk oturuyor, erkek gibi racon kesmeler.Deniz Çakır, ikinci kategoride. Farklı yapımlarda hep mücadeleci karakterler canlandırarak adeta bu konuda ihtisas yapan Deniz Çakır’ın canlandırdığı Meryem de bu nedenle Hızır Çakırbeyli ile uyum içinde. Omzuna attığı ceketle ‘ana’ya dönüşen Meryem karakterinin tehditkâr duruşu da, hırsla hata yapması da erkeklerin dünyasıyla aynı. Anlayacağınız Oktay Kaynarca ile Deniz Çakır’ın kimyası tutmuş, rol birlikteliğinde hiçbir sıkıntı yok.Öte yandan Deniz Çakır’ı ekrana döndüren Meryem’i aldatılan kadın konumunda hüzün ve mücadeleye sokan dizide, geleneksel aile çarkları hatalı yönlendirmelerle dolu. Hızır Çakırbeyli’yi karıların arasında bırakan senaryonun bu açıdan yaptığı hatalar nedir derseniz… Aldatılan kadının gururunun, diğer kadını vurma eylemiyle izah edilmesi ilk hata. Karadenizli mafya ailesinde bu söylem normaldir denilebilir. Ben de bunca şiddetin kol gezdiği zamanlarda hiç olmazsa kadınlar silahtan ve şiddetten uzak tutulsaydı derim.Ayrıca erkekler koltuk derdindeyken adama mahşer günü yaşatmaya ve sonuna kadar savaşmaya niyetlenen kadınlar arasında da çekişmelerin alabildiğine süreceğini gösteren dizide köçek aşağılaması… Hızır Çakırbeyli’nin aldatma olayını masumlaştırmak için Meryem’e ‘no frost’ yakıştırması da kadınlar adına hoş olmamış. Hele bir kadının kuluçka makinesi olarak görülmesi ve daha çok çocuk istemediğinde kocasının başka kadına yönelmesinin kaçınılmaz olduğunun vurgulanması tam itici. Erkek gözüyle aldatmak bu şekilde yorumlanabilir ve evli bir adamın ikinci aileyi kurması doğallaştırılabilir belki. Ancak etekle kefeni özdeşleştirip Deniz Çakır ile ailesini-çocuklarını korumaya çabalayan güçlü kadının yeri işlenirken, olaya bir de kadın açısından bakılmalı ve yanlış motivasyondan kaçınmalıydı! Buradaysa ne yazık ki erkek gözü fazlasıyla hâkim kılınmış...."
Anibal GÜLEROĞLU

 Yazının tamamı için:

Sunday, October 11, 2015

#hayatopucugu #alisunal #haticesendil As Good as It Gets (1997)

As Good as It Gets (1997

As Good as It Gets (1997) Jack Nicholson Ve Helen Hunt'ın iyi bir filmidir. Filmi hatırlayanlar Helen Hunt'ın bekar garsonluk yapan, aynı zamanda tek çocuklu bir anne olduğunu anımsarlar. Jack Nicholson da "misanthropic" bir yazar olduğunu hatılarsınız. Jack Nicholson hastalığı yüzünden iletişim kurmakta zorlanmakta, fazlasıyla titiz bir yaşam sürmektedir. Nerdeyse yürürken çizgilere basmayacak kadar titizdir. Helen Hunt'ın elini tutamaz. Güzel bir şey söylemeden önce çatalı silmek zorundadır. Köpeklerse onun için ideal bir dost değildirler.

Peki neden "Hayat Öpücüğü"? Ali Sunal'la ve Hatice Esendil'le yapılan röportajı izledim. Ali Sunal'ın aklına gelen ve iki senaristin yazdığı özgün bir eser olduğunu vurguladı. Ben filmin iyi olduğuna eminim. Filmi kötülemek gibi bir düşüncem de yok. Hatta bu tarz aşk filmlerini de gerekli görüyorum.
Ama As Good as It Gets (1997) filmi duyunca ilk aklıma gelen oldu.
Bunu da sizle paylaşayım dedim.

Yine de, film çok iyi iş yapar. Sonuçta Amerikan sineması da Uzak Doğu filmlerinden esinleniyor. Üstelik de bu alıntıları (Birebir aynısını çektiği halde) kendi orjinal fikri gibi sunuyor.

Altta da filmle ilgili bi köşe yazısı:

Titiz adamla aşk yaşanır mı? - FUNDA KARAYEL:



'via Blog this'